Sisli bir yaz gününde tutuklandı gönlüm,
Ceplerimde çakıl taşları,
Elimde okul defterim vardı.
Henüz çıkmıştım evimden,
Okula gidiyordum sabah erken.
Neden kesildi yollar?
Ve kimdi bu adamlar?
Dünyaya gözünü açınca çocuklar,
İlkin ana sesi duyarlar.
Ben duymadım, duyamadım.
“Ne duydun” derseniz eğer,
Bomba sesiymiş onlar.
Hiç doğru dürüst oyuncağım olmadı benim.
Bir tek çakıl taşlarım var.
Ve en iyi dostum onlar.
Daha ufacıktım,
Bir gün evimizi bastılar.
Babamı alıkoydular.
“Suçu ne?” dedik?
Fazla soru sordurmadılar.
Ve işte o günden sonra,
Çakıl taşları bana yâren oldular.
Başka ülkelerde değişik oyuncakları varmış çocukların,
Görsel şölenleri, eğlenceleri…
Ve daha sayamadığım niceleri.
Hiç görmedim ben onları,
Hiç tatmadım.
Havai fişekler varmış mesela,
Böyle gökyüzüne yükselip,
Orada patlıyorlarmış.
Rengârenk ışık saçıyorlarmış etrafa.
Benim de fişeklerim oldu,
Ama havai değil, gerçek.
Ve hiç renkli ışık saçmadılar hayata.
Sadece tek renkleri vardı onların,
Kırmızı…
Ateş kırmızısı,
Kan kırmızısı….
Ablam evlendi sonra,
Ama hiç eşyası yoktu.
Çeyiz işlenirmiş başka yerlerde genç kızlara,
Benim ablamın çeyizi yoktu.
Çünkü çeyiz işleyecek vakti yoktu.
Hemşireydi ablam hasta yuvasında.
Gece gündüz demeden koşturdu,
İlaç yoktu, morfin yoktu.
Dipdiri dikti yaraları gözünde yaşlarla.
Gelen her çocuk, sanki onun çocuğuydu.
Ahh ablam, o da başkası için kendinden geçenler kervanında…
Dedim ya, okula gidiyordum bir sabah erkenden,
O kocaman tanklar karşıma çıktığında.
Başladılar sonra gerçek fişekleri etrafa saçmaya.
Silah yoktu, tank yoktu direnecek insanlarımda.
Ama olsun, çakıl taşlarımız var bizim,
Bir de iman göğsümüzün tam ortasında.
Ben de başladım taşları fırlatmaya.
Arkadaşlarım içinde en iyisi bendim,
Gidiyordu attıklarım çok uzağa,
Ve değiyordu kâfire mutlaka.
Sonra gördüler beni,
Resimlerimi çektiler bir anda.
Anlamamıştım neden olduğunu ya,
Ertesi gün dayandılar kapıma.
Alıp götürdüler beni evden uzağa.
Çok bağırdı, çok ağladı annem,
Ama yok fayda.
“Sen” dediler,
“Sen bu ellerle bize taş atarsın haaa!”
Ellerine silah almışlardı onlar da,
Ve başladılar ellerime, kollarıma vurmaya.
Ezildi önce, sonra kırıldı kollarım sırayla.
Ve artık acıdan baygındım ben yollarda.
“Seni” dediler, “öldürmeyeceğiz burada.
Şimdi al o pis kollarını yanına,
Ve git ailenin yanına.
Görsünler halini de,
Bir daha dik durmasınlar karşımızda!”
Biz ne yaptık bu fitnecilere anlamadım ya,
Aldım kollarımı yanıma,
Başladım eve doğru yol almaya.
Kollarım çok sancıyordu ama.
Bir de sallanıyorlardı sağa sola.
En son okuluma varabildim ve bayıldım kapıda.
Beni ilk gören öğretmenim olmuştu orada.
Derhal kucaklayıp götürmüş ablamın yanına,
Ve doktorlar bakakalmışlar bu vahşi tabloya.
Ben, gözlerimi açtığımda,
Bir hasta odasında yatıyordum acıyla.
Bulabilmişlerdi bana boş bir yatak nasıl olduysa.
Ellerime baktım sonra,
Sonra kollarıma.
Göremiyordum onları vücudumda.
Sordum sonra ve anlattılar bana.
Yoktu artık iki elim ve iki kolum,
Kesmişlerdi ikisini de beni kurtarmak adına.
Ben, on yaşımdaydım kollarımdan ayrıldığımda,
Sisli bir yaz günüydü ve tutuklanmıştı gönlüm vatan toprağında.
Çocuktum belki, aklım almayacak kadar ufak yaşta,
Ama yaşları küçük de olsa,
Yaşadıkları, duyguları ve fikir dünyaları büyük oluyor çocukların benim yurdumda.
Hiç ağlamadım kollarımı bulamadığımda,
Sadece düşündüm çakıl taşlarını atamayacaktım bir daha!
Anne, ellerim nerde?
Anne, ellerim….
01.10.07 / KONYA / 09.37
KOCASİNAN ( Urfatutkunu Aslıhan'ın mahlasıdır )
(İlk yayın Tarihi 18.01.2009)
Kaynak:
Urfatutkunu
Su denmez
Kabûl ola, affola...