27 Ocak 2010 Çarşamba
Çocuk
Annesi gül koklasa,ağzı gül kokan çocuk;
Ağaç içinde ağaç geliştiren tomurcuk...
Çocukta,uçurtmayla göğe çıkmaya gayret;
Karıncaya göz atsa 'niçin,nasıl?' ve hayret...
Fatihlik nimetinden yüzü bir nurlu mühür;
Biz akıl tutsağıyız,çocuktur ki asıl hür.
Allah diyor ki:'Geçti gazabımı rahmetim!'
Bir merhamet heykeli mahzun bakışlı yetim...
Bugün ağla çocuğum,yarın ağlayamazsın!
Şimdi anladığını,sonra anlayamazsın!
İnsanlık zincirinin ebediyet halkası;
Çocukların kalbinde işler zaman rakkası...
Necip Fazıl Kısakürek
26 Ocak 2010 Salı
Dünyayı Verelim Çocuklara
Dünyayı verelim çocuklara hiç değilse bir günlüğüne
allı pullu bir balon gibi verelim oynasınlar
oynasınlar türküler söyliyerek yıldızların arasında
dünyayı çocuklara verelim
kocaman bir elma gibi verelim sıcacık bir ekmek somunu gibi
hiç değilse bir günlüğüne doysunlar
bir günlük de olsa öğrensin dünya arkadaşlığı
çocuklar dünyayı alacak elimizden
ölümsüz ağaçlar dikecekler
Nazım Hikmet
Bir Cezaevinde Tecritteki Adamın Mektupları
I
Senin adını
kol saatimin kayışına tırnağımla kazıdım.
Malum ya, bulunduğum yerde
ne sapı sedefli bir çakı var,
(bizlere âlâtı-katıa verilmez),
ne de başı bulutlarda bir çınar.
Belki avluda bir ağaç bulunur ama
gökyüzünü başımın üstünde görmek
bana yasak...
Burası benden başka kaç insanın evidir?
Bilmiyorum.
Ben bir başıma onlardan uzağım,
hep birlikte onlar benden uzak.
Bana kendimden başkasıyla konuşmak
yasak.
Ben de kendi kendimle konuşuyorum.
Fakat çok can sıkıcı bulduğumdan sohbetimi
şarkı söylüyorum karıcığım.
Hem, ne dersin,
o berbat, ayarsız sesim
öyle bir dokunuyor ki içime
yüreğim parçalanıyor.
Ve tıpkı o eski
acıklı hikâyelerdeki
yalnayak, karlı yollara düşmüş, yetim bir çocuk gibi bu yürek,
mavi gözleri ıslak
kırmızı, küçücük burnunu çekerek
senin bağrına sokulmak istiyor.
Yüzümü kızartmıyor benim
onun bu an
böyle zayıf
böyle hodbin
böyle sadece insan
oluşu.
Belki bu hâlin
fizyolojik, psikolojik filân izahı vardır.
Belki de sebep buna
bana aylardır
kendi sesimden başka insan sesi duyurmayan
bu demirli pencere
bu toprak testi
bu dört duvardır...
Saat beş, karıcığım.
Dışarda susuzluğu
acayip fısıltısı
toprak damı
ve sonsuzluğun ortasında kımıldanmadan duran
bir sakat ve sıska atıyla,
yani, kederden çıldırtmak için içerdeki adamı
dışarda bütün ustalığı, bütün takım taklavatıyla
ağaçsız boşluğa kıpkızıl inmekte bir bozkır akşamı.
Bugün de apansız gece olacaktır.
Bir ışık dolaşacak yanında sakat, sıska atın.
Ve şimdi karşımda haşin bir erkek ölüsü gibi yatan
bu ümitsiz tabiatın
ağaçsız boşluğuna bir anda yıldızlar dolacaktır.
Yine o malum sonuna erdik demektir işin,
yani bugün de mükellef bir daüssıla için
yine her şey yerli yerinde işte, her şey tamam.
Ben,
ben içerdeki adam
yine mutad hünerimi göstereceğim
ve çocukluk günlerimin ince sazıyla
suzinâk makamından bir şarkı ağzıyla
yine billâhi kahredecek dil-i nâşâdımı
seni böyle uzak,
seni dumanlı, eğri bir aynadan seyreder gibi
kafamın içinde duymak...
II
Dışarda bahar geldi karıcığım, bahar.
Dışarda, bozkırın üstünde birdenbire
taze toprak kokusu, kuş sesleri ve saire...
Dışarda bahar geldi karıcığım, bahar,
dışarda bozkırın üstünde pırıltılar...
Ve içerde artık böcekleriyle canlanan kerevet,
suyu donmayan testi
ve sabahları çimentonun üstünde güneş...
Güneş,
artık o her gün öğle vaktine kadar,
bana yakın, benden uzak,
sönerek, ışıldayarak
yürür...
Ve gün ikindiye döner, gölgeler düşer duvarlara,
başlar tutuşmaya demirli pencerenin camı :
dışarda akşam olur,
bulutsuz bir bahar akşamı...
İşte içerde baharın en kötü saati budur asıl.
Velhasıl
o pul pul ışıltılı derisi, ateşten gözleriyle
bilhassa baharda ram eder kendine içerdeki adamı
hürriyet denen ifrit...
Bu bittecrübe sabit, karıcığım,
bittecrübe sabit...
III
Bugün pazar.
Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar.
Ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün bu kadar benden uzak
bu kadar mavi
bu kadar geniş olduğuna şaşarak
kımıldanmadan durdum.
Sonra saygıyla toprağa oturdum,
dayadım sırtımı duvara.
Bu anda ne düşmek dalgalara,
bu anda ne kavga, ne hürriyet, ne karım.
Toprak, güneş ve ben...
Bahtiyarım...
Nazım Hikmet
13 Ocak 2010 Çarşamba
Sen Bilemezsin
Sen bilemezsin geceyi
Geceleri sokak lambaları altında oturan yalnızlıkları
Kaç gece sana dağlardan şarkılarını yolladı rüzgarlarla?
Sen,kaç geceye dost oldun
kaç saat dayanabildin ona
kıvrıldığın yerde uykuya mı daldın hep?
Sen bilemezsin yalnızlığı
Hiç ses duymadığın bir yalnızlık yasadın mı?
sen kaç yalnızlığa dost oldun
kaç saat dayanabildin ona
yüzüne kaç kapı kapayıp kaçtın yalnızlıkların?
Sen bilemezsin ağlamayı
Gözlerin dolduğu anları ağlamaktan miı sayıyorsun hala?
Sen,kaç kez bir basına ağladın
kaç saat dayanabildin gözyaşlarına
Ellerinle yüzünü kapatıp,kendinden mi sakladın hıçkırıklarını?
Sen bilemezsin içmeyi
Şişenin dibini bulduğun an midir sana göre içmek?
Sen kaç kez,şarap tadında buruk şarkılar söyledin
kaç saat dayanabildin sarhoşluğuna
Kadehini aklındakilerle mi yoksa yüreğindekilerle mi içtin?
Sen bilemezsin sevmeyi
sevgi dediğin sadece seni sevenleri mi sevmek?
kaç vakit ayırabildin sevmeye
Sadece severek kaç vakit dayanabildin
İçinde öldürdüğün sevgilerin sahipleri nerede!
Kaç kalpten ceketini alıp cıktın şimdiye dek...
Ayşen Ayas
12 Ocak 2010 Salı
ONUR DA AĞLAR
Gözlerinin pınarında
Bir bulut,
Boşandı boşanacak
Nerdeyse.
Aklımdan geçenleri
Okuyorsun su gibi.
Dünya gördü
Bizi boğazladılar...
Tutma gözyaşlarını
Onur da ağlar...
Bırak yıkansın gökyüzü,
Lacivert, yeşil, altın
Işıkları günbatının.
İşte şafaktayız gene
Çırılçıplak
Ve mavi.
İşte sanki dağ yeli
Ve işte sanki meltem...
Kimse toz konduramaz
Kesip attığımız tırnağa bile.
Sen en güzel kızısın
Bütün galaksilerin
Bense tözüyüm artık
Akkor tözüyüm
Prometheus'u yakan
Kara sevdanın...
Ne alnımızda bir ayıp
Ne koltuk altında
Saklı haçımız
Biz bu halkı sevdik
Ve bu ülkeyi.
İşte bağışlanmaz
Korkunç suçumuz...
Ahmed Arif
Bahar Ağrısı
bir bahar daha dönüp gidecek kapıdan
bir bahar daha sensiz yaşanacak
demek
bir bahar daha
insanlar asılacak şafakta
ben en çok şafakları ağlarım
Şubat 1982
Nevzat Çelik
Ellerin
Senin, ince uzun, beyaz ellerin
Yüreğimi alan bir serinlik sanki
Al bir kadife üstünde ellerin dursa biraz
Tabloların en güzeli olur inan ki.
Ellerini düşündüm geceler boyu
Ellerin içimde akıp duran su
Ellerin, türküler uykular kadar güzel
Ellerin karanfil kokusu...
Mısra mısra beyit beyit ördüğüm
Ellerindir düşlerimde ayan beyan gördüğüm
Uzat ellerini avuçlarıma
Uzaktan bakmak mı yüz görümlüğüm.
Ateşim var, hastayım, sayıklıyorum
Ellerin aklımda en güzel yorum
Koysan ellerini alnıma biraz
Bütün ateşimi alır diyorum.
Kapı, pencere, masa, duvar...
Odamın her yerinde ellerinden gölge var
Bir gün gelsen evime şaşıracaksın
Açılacak birer birer kendiliğinden kapılar
Yavuz Bülent Bakiler
Ellerimi Bulsaydın
Bu vapur kalkar birazdan
Kalkıp gidemeyen bir ben
Martıların götürüp getirdiği
Bu vapur kalkar birazdan
Kar soğuklarında iskele
Aşıklara savunmasız durur
Kalbime romatizma vurur
Bu vapur kalkar birazdan
Bu vapur kalkar birazdan
Kederimi yüklenip gitmez
Bir yangındır ki ansızın
Aşk başladığı gibi bitmez
Bu vapur seni götürür
Palamarı kalbime geçer
Kadiköy kaç adımlık yer
Bu uzaklık beni öldürür
Beni denizlere alsaydın
Belki çocukluğum biterdi
Sen ellerimi bulsaydın
Bu vapur yine giderdi.
Nevzat Çelik
11 Ocak 2010 Pazartesi
...:::Su Gibi Ömrün Olsun:::...
Hoşgeldin gülüm, su gibi ömrün olsun,
Yangınlarıma sular yağdırdın,
Damla damla söndüm serinledim.
Onar onar saydığım kayıp yıllarımı onardın,
Saat saat bulunduğum meçhulden gün yüzüne çıktım…
Günler gördüm yüzünde,
Gönlümün kapılarını sana açtım, çalmadan gir içeri diye.
Adıyorum sana onca kırık aşktan sonra arta kalanımı,
Temize çekiyorum sende bütün yalanlarımı…
Senin aşktaki kadrini bilmek için, önce kadersiz aşklardan gecmeli insan…
Eksiltip yoran bütün ayrılıklar,
Kavuşmalara giden yollara çıkar.
Vefayı bozada gülmeyi gülhanede unuttuğum garip bir zamanda çıkageldin…
Hoşgeldin, yitirilmiş sevgililer köyü coğrafyama,
Hoşgeldin, bir daha seversem namerdim sokağıma….
Hoşgeldin…
Bitti dediğim yerden başlıyorsun,
Dindi artık dediğim yerden oluk oluk kanıyorsun.
Beni en iyi sen tanıyor,sen anlıyorsun.
Ne hoş geliyor, ne hoş gülüyorsun…
En güzel renklerini komşu kızların gözlerinde gördüğüm solgun sarı bir zamanda çıkageldin.
Hangi yollardan uğradın durağıma?
Hoşgeldin, yitirilmiş sevgililer köyü coğrafyama,
Hoşgeldin bir daha seversem namerdim sokağıma…
Uğur Arslan
KUŞ - Kardeş Türküler
Bir kus bakti pencereden
'Lulu' diye seslendi
'Beni yaninda sakla, sakla beni
Ne olursun lulu
"Sen neredensin"diye sordum ona
"Gogun sinirindan" dedi
"Nereden geliyorsun dedim?"
"Komsunun evinden" dedi
"Kimden korkuyorsun " dedim
"Karga kafesinden " dedi
"Tuylerin nerede" dedim
"Zaman ucurdu " dedi
Bir damla gozyasi suzuldu yanagindan
Kanatlari bukuldu
"Yere saglam basip kendi yolumda yuruyecegim" diyordu
Onun yarali hali gibi
Kalbimin yaralarida aci veriyordu bana
Zindanin demirlerini kiramadan
Kesildi sesi, kirildi kanatlari.