Pages

30 Aralık 2009 Çarşamba

SOR BENİ




İNSANI İNSAN YAPAN İMANIMA BİSMİLLAH...
BENİ ASIRLARA MUHTAR YAPAN DAVAMA BİSMİLLAH...

ÖLÜMSÜZLÜĞÜMÜN İLAHİ FERMANI, RUHUMUN GIDASI VAHİYDEN,


NUR DAĞININ ETEKLERİNDEN SÜZÜLEN
GÖZYAŞIMDAN SOR BENİ...


SEVRİN YAMAÇLARINDAKİ TAŞLARA DÖKÜLEN TERİMDEN SOR BENİ...


KABENİN AZAMETİNİN ÖNÜNDE EDEBİNDEN  BOYUNU UZATAMAMIŞ REVAKLARDAN SOR BENİ

HİCAZ DEMİRYOLUNUN MEDİNE İSTASYONUNDAKİ RAYLARINA SARILMIŞ KEÇELERİNDEN SOR BENİ…


MAHZUN AYASOFYANIN ÜÇ TEKBİRLİ MİHRABINDAN SOR BENİ…


SAKARYANIN SIRTINA VURULMUŞ MÜHRÜNDEN SOR BENİ…


ASIRLARCA KİMSENİN GÖREMEDİĞİ NİNEMİN AL YAZMA ALTINDAKİ TELİNDEN SOR BENİ...

BEN DOĞMADAN SEMERKANTTA, BUHARADA DUAM YAPILMIŞ,

DEDEM KORKUT ELİNDEKİ KOPUZDAN HOCA AHMET YESEVİ DİLİNDEN TÜRKÜM YAZILMIŞ...

BAKMA ŞİMDİ CAMİLERİMİN BOŞ KALDIĞINA,

FIRATIN SUYUNDA ABDESTİMİ ALIR,  NAMAZIMI TUNA KIYILARINDA KILARDIM.


HER GİRDİĞİM ŞEHRİ YANIK SESİMLE SÜSLER, HER AŞTIĞIM DAĞIN ZİRVELERİNDE HABEŞLİ BİLAL OLUR ÇINLATIRDIM  GÖKLERİ…


KAH ÇELEBİ HASAN OLUP KANATLANIRDIM GÖKLERE … KAH HACIBAYRAM OLUP SECDELERDE YÜKSELİRDİM  MİRACA…


MAZLUMLAR GELSİN DİYE BEKLERDİ BENİ.. ZALİMLER İSE ADIMDAN ÜRKERDİ..


EFENDİ OLMAK İÇİN DEĞİL…  İKİ CİHAN  EFENDİSİNE BENDE OLMAK İÇİN TÜKETTİĞİM ÖMRÜMDEN SOR BENİ... SOR Kİ KAZANCIM RIZA OLSUN… TAHTLAR TAÇLAR DEĞİL…


MAİDE SURESİNİN 54. AYETİNDEN SOR BENİ… SOR Kİ  ABDULKERİM SATUK BUĞRA HAN’ IN RUHU DİNLENSİN…


ASIRLARA SIĞMAYAN YORGUNLUĞUMU DEDE EFENDİNİN GÜLNİHALİNDE, ITRİNİN TEKBİRİNDE DİNDİRDİM ASIRLARCA…


İMAM BUHARİ IŞIK OLDU YÜRÜDÜM. SUSADIKÇA YUNUSUN MISRALARINI İÇTİM. ACIKINCA  MEVLANANIN AŞK SOFRASINA OTURDUM.


KAH KAL’A OLDUM SAVUNDUM ADALETİ… KAH TÜRBE OLDUM ÖLÜMÜ ÖLDÜRÜP YEŞERTTİM ÜMİTLERİ...


DÜŞMANIMIN BİLE  ÇEKİNMEDEN OTURDUĞU SOFRALARIMA SOR BENİ... YÜREĞİMDE PİŞEN TARHANAYA, AYRAN AŞINA SOR BENİ…


ARKADAN VURANLARA BİLE,   MİSAFİRSE DOKUNULMAZ DİYEN TÖREME SOR BENİ...

KARDEŞLERİME NASIL AĞABEY OLDUĞUMU, YABAN EL DEĞMESİN DİYE MEDİNE MÜDAFAASINDA CANIMI NASIL VERDİĞİMİ BİLEN ÇÖLLERE SOR BENİ… DAHASI KARDEŞİ KARDEŞE DÜŞÜRTEN  İNGİLİZ LAVRENSDEN SOR BENİ...

HÜRRİYET Mİ DEDİN?

ASIRLARDIR ŞEHİRLERİMDE HÜRCE YAŞAYAN KİLİSELERDEN, HAVRALARDAN SOR BENİ…


HER RENK RENGİM, HER DİL DİLİM OLMUŞ… IRKÇILIĞIN GİREMEDİĞİ YÜREĞİM BEN… ALINIP GÜCENMESİNLER DİYE HER IRK IRKIM OLMUŞ….   KİM OLDUĞUMU MERAK EDİYORSAN KAFKAS KARTALI ŞEYH ŞAMİLDEN, KUDÜS FATİHİ SELAHADDİN EYYÜBİDEN SOR BENİ...

BARIŞ İÇİN DEYİP SAVAŞLARDA ÇOLUK ÇOCUK KADIN İHTİYAR DEMEDEN ÖLDÜRENLER ANLAYAMAZLAR BENİ… VAR GİT ÇANAKKALEDEN… ANZAK ASKERDEN SOR BENİ...

BENİ TERÖRİST, POTANSİYEL SUÇLU DİYE YOKETMEK İSTEYENLER  BİLMEZ… ONLAR ZEVK İÇİN ÖLDÜRÜRLER.. BENSE DİRİLTMEKTEN ZEVK ALIRIM… ONLARIN EN HAKLI SAVAŞLARI BİLE ÖLMEMEK İÇİN ÖLDÜRMEKTİR.. BENSE SAVAŞLARDA ÖLDÜRMEMEK İÇİN ÖLÜRÜM… ŞEHİTLERİMİ AĞIRLAYAN TOPRAKTAN SOR BENİ...

HER ADIMDA BARIŞ İÇİN YAŞAYAN İNANCIMDAKİ SELAM’A SOR BENİ…



KADINI BİR META GİBİ KULLANAN FEMİNİSTLERE DEĞİL EVLERİMİZİN HAKANI AYŞELERE SOR BENİ...

KENDİ HAKKINDAN BAŞKA HAK TANIMAYAN ÖZGÜRLÜKÇÜLERE DEĞİL, YARADILANI SEVERİZ YARADANDAN ÖTÜRÜ DİYEN YUNUSLARA SOR BENİ...

BENİ SARHOŞ EDİP MAĞLUP EDECEĞİNİ SANANLARA DEĞİL.. GECE YARILARINDA YÜREĞİNDEKİ TEVBELERİYLE AF GÜNEŞİNİ BEKLEYEN MEYHANELERDEKİ BİŞR-İ HAFİLERE SOR BENİ...

GENÇLİĞİMİ ELİMDEN ALMAYA KALKIŞANLARA DEĞİL.. NEFSİNİ RABBİNE ADAMIŞ NAZENİN GENÇ HAFIZLARA SOR BENİ...

İLMİ BİR SULTA YAPANLARA DEĞİL… İLMİ, İRFAN YAPACAK  HÜR DÜŞÜNCELİ GENÇLERE SOR BENİ...

ARTIK UYUYORLAR DİYE SEVİNEN DÜŞMANLARIMA DEĞİL.. SEHERLERDE  UYANIK ZAKİRLERE SOR BENİ...

BENİ TAKLİDİ İMANIN TEHLİKELERİNE ATANLARA DEĞİL… TAHKİKİ İMAN İÇİN ÇIRPINANLARA SOR BENİ...

MAĞLUBİYETİMİ ZAFER SAYANLARA DEĞİL.. UHUD’A SOR BENİ… UHUD’DA HALA YAŞAYAN HAMZA’YA.. MUS'AB'A SOR BENİ...

BENİ DAHA DA MERAK EDİYORSAN SEVGİLİNİN İNANIYORSANIZ EN GÜÇLÜ SİZSİNİZ FERMANINA SOR BENİ..


BENİ HADİ CANIM SENDE GEÇTİ O GÜNLER DİYENLERE DEĞİL, ZOR DA OLSA NASIL KALKTIĞIMI,  DÜŞTÜĞÜM YERLERDEN SOR BENİ…

SOR BENİ …


ÖLDÜM ZANNEDİP KEYFLENENLER BİLSİN Kİ; VAKİT SAAT GELİNCE, TERÖRİST DEĞİL AMMA BİR FATİH ÇIKAR GENÇ Mİ GENÇ... BENİ DE KURTARIR SENİDE...

Haşim AKTEN

25 Aralık 2009 Cuma

ANA




Sen ki anasın
toprağa benzer yüreğin
bereketli doğurgan
yemyeşil bir toprağa
ana
al yanaklı bal dudaklı
bir gelin veremedim diye kızma bana
sencileyin ak umutlarına
ben hiç kara çizmedim
hiç kara çizmedim
ben çiçek taşıdım güneşe
ben çiçek taşıdım diye güneşe
kuşkusuz
çiçekten bir halka
takmayacaklar boynuma
biliyor
ve ağlamanı istemiyorum
sen koskoca bir çınar
ben çınardan düşen yaprak
bak
dalında güneş
kökünde toprak var
kökünde
binlerce oğul
binlerce umut
duraksız doğup yeşerecek
ne mutlu sana
ANA


NEVZAT ÇELİK

ŞAFAK TÜRKÜSÜ - 2




7
ne garip duygu şu ölmek
öptüğüm kızlar geliyor aklıma
bir açıklaması vardır elbet
giderken darağacına
8
geride
masa üstünde boynu bükük kaldı kağıt kalem
bağışla beni güzel annem
oğul tadında bir mektup yazamadım diye kızma bana
elleri değsin istemedim
gözleri değsin istemedim
ağlayıp koklayacaktın
belki bir ömür taşıyacaktın koynunda
usul adımlarla yürüdüm ömrümü
karşımda kurum kurum-laşan darağacı
(tarlakuşu korkmaz ki korkuluktan
ökse de olsa dört bir yanı)
birdenbire acıdı boynum
gelecekler var birbiri ardınca genç
yakışıklı
ne olur işçi kadınım
az yumuşak dik
şu kefenin yakasını
9
yaşamak ağrısı asıldı boynuma
oysa türkü tadında yaşamak isterdim
çiçekleri kokmak ırmakları akmak
yaz boyu çobanaldatanlara aldanmak
su başlarında aylak sektirmek kavalımı
sonra bir çocuğun afacan bacaklarında
anavarca kayalıklarına tırmanmak isterdim
o güzel günleri görenler arasında
bir soluk ben de yaşamak isterdim
bir de luvr müzesinde seyretmek gizliden
öperken siya-u jakond'u tebessümünden
işte o an saçlarından yakalamak dolunayı
bir de yirmibeş kilometreden görebilmek
nazım'ın gözleriyle pırıl pırıl moskova'yı
ölmek ne garip şey anne
bayram kartlarının tutsaklığından aşırıp bayramı
sedef kakmalı bir kutu içinde
vermek isterdim çocukların ellerine
sonra
sonra benim güzel annem
damdan düşer gibi
vurulmak isterdim bir kıza
10
künyemi okudular
suçumuz malum
gecenin kıyısında durmuşum
kefenin cebi yok
koynuma yıldız doldurmuşum
koşun çocuklar çocuklar koşun
sabah üstüme
üstüme geliyor
yanlış mı duydum yoksa
erkenci bir horoz mu ötüyor
keskin bir acı bilenmiş
gitgide yaklaşıyor sonum
iri sözlerim yoktu söyleyecek
usulca baktım yüzlerine
bin yıllık iskeletleri çatırdayarak
göçtü ayaklarının dibine
korkutamadılar beni anne
avlunun ortasında çatık bir kaş gibi duran
darağacı
bir zaman rüzgarda
saçını tarayan telli kavak değil mi
boynumdaki kemendi bir öğle sonu bükerken o kız
sarı sıcak sevdasını düşünmedi mi
söyle anne
o çingene
bir çiçek bahçesi kadar sıcak sokağımızdan
bağıra çağıra geçen bohçacı kadını
sevmedi mi çılgınca
11
kurulmuş tuzaklar yok artık yolumda
işkenceler zindanlar hücreler
savunmak yok mutlu tok bir yaşamı
açlık grevlerinde beynimi bir sıçan gibi kemiren
mideme karşı
kısacası
bir çiçeği düşünürken ürpermek yok
gülmek umut etmek özlemek
ya da mektup beklemek
gözleri yatırıp ıraklara
ölmek ne garip şey anne
artık duvarları kanatırcasına tırnağımla
şaşkın umutlu şiirler yazamayacağım
mutlak bir inançla gözlerimi tavana çakamayacağım
baba olamayacağım örneğin
toprak olmak ne garip şey anne
ceplerimde el yerine balyoz taşırken
korkunç bir merakla beklerken kurtuluş haberlerini
ve yüreğimin ırmakları taştı
taşacakken
ölmek ne garip şey anne
uçurumlar ki sende büyür
dağdır ki sende göçer
ben yaprak derim çiçek derim
çam diplerinde açmış kanatlarını kozalak derim
gül yanaklı çocuğa benzer
yine de
oğlunu yitirmek kimbilir
ne garip şey anne
12
beni burada arama anne
kapıda adımı sorma
saçlarına yıldız düşmüş
koparma anne
ağlama
kırıldıysa düş evinin kapısı
bütün kırık kapıların çağrılışıyım
kızların yanaklarında çukurlaşan
biten başlayan aşkların ortasındayım
her kavgada ölen benim
bayrak tutan çarpışan
her kadın toprağı tırnaklayarak doğurur beni
özlem benim kavga benim aşk benim
bekle beni anne
bir sabah çıkagelirim
bir sabah anne bir sabah
acını süpürmek için açtığında kapını
umarım kurtuluş haberleriyle dönmüş olur
çam ve kekik kokuları içinde acı yüzlü çocuklar
o zaman nasıl indirilmişlerse şen şakrak
öylece kalkar uykudan şalterler
dişleyip tükürmeden sigaralarını
türkü tadında giyinirken işçiler
bir sabah anne bir sabah
acını süpürmek için açtığında kapını
adı başka sesi başka nice yaşıtım
koynunda çiçekler
çiçekler içinde bir ülke getirirler
başlarını koymak için yorgun dizine
sen hazır tut dizini anne
o mükemmel güne

NEVZAT ÇELİK

ŞAFAK TÜRKÜSÜ - 1




1
Beni burada arama anne
Kapıda adımı sorma
Saçlarına yıldız düşmüş
Koparma anne
Ağlama
Kaç zamandır yüzüm tıraşlı
Gözlerim şafak bekledim
Uzarken ellerim
Kulağım kirişte
Ölümü özledim anne
Yaşamak isterken delice
2
Bugün görüş günü
Günlerden salı
Islak
Sarı bir yağmur
Ülkemin neresine bakarsa ay
Orada yitik bir anne ağlıyor
Sen aralıyorsun yağmuru
Acıdan sırılsıklam alnına siper edip elini
Sonra bir umut koşuyorsun
Yüreğin avcunda
ısırırken
çırpıntı gözlerini
(ah verebilseydim keşke
yüreği avcunda koşan
herbir anneye
tepeden tırnağa oğula
ve kıza kesmiş
bir ülkeyi armağan
koşma anne
birdenbire batacak olan
düş denizinde yarattığın umut sandalıdır
oysa benim için gece
ışık hızıyla koşan
kısa ve soğuk bir zamandır
bu yüzden boğuk seslerle geldiler bir şafak
uykusuz
yorgun
ve korkak
3
sanırım baytardı
yüreğimin depreminde rihter ölçeği çatlarken
ölebilir raporu veren beyaz önlüklü doktor
boşver hipokrat amca
üzülme ne olur
sen de anne
sen de üzülme
hücremin dört bir köşesinde el ayak izlerimi
ciğerlerimde yırtılan bir çığlıkla hazır beklediğim
ve korkunç bir sabırla birbirine eklediğim
korkak kahraman gecelerimi
düşlerimle sınırsız
diretmişliğimle genç
şaşkınlığımla çocuk devrederken sıradakine
usulca açılıverdi
yanağımda tomurcuk
pir sultan'ı düşün anne
şeyh bedrettin'i
börklüce'yi
torlak kemal'i düşün anne
hala kanaması nedendir faşizmin göğsünde
utangaçlığı bile vuramadan yanaklarına yasının
onsekizinde ölümüne pervasız yürüyen
ince bilekli çıplak ayaklı tanya'nın
deniz'i düşün anne
her mayıs şafağında uzun
uzun döverken darağaçlarını
ve o şafaktan doğma
onbir yaşını çiğneyip yürüyen çocukları
insanları düşün anne
düşün ki yüreğin sallansın
düşün ki o an
güneşli güzel günlere inanan
mutlu bir yusufçuk havalansın
4
sıcak omuzlar değerken omzuma
buz üstünde yürüdüm yıllar boyu
bayraklar ve türkülerle
kopunca memelerinden o mükemmel yaşama
kurşunlar sıktılar alnıma
açık alanlarda ağır
kartalların konup kalktığı
yalçın kayalardan biriydim
ölüp dirildim yeniden
güneşli güneşsiz akşamlarda
mutlu yarınlar adına
özgürlük adına ekmek adına
üstüne vardım kuyruğu kanlı itlerin
dirilip dönmesin diye hiroşimalar
tahtadan atların boynuna çıplak
ölümlerle yatmasın diye çocuklar
aç gözlerle bakmasın diye çocuklar
kardeşlik adına
havadaki kuş denizdeki balık adına
yürüdüm yıllar boyu
dönüp bakmadım arkama
ıraktı gözlerim çok ırak
izim kalır mı bilmem yürüdüğüm yolda
kalsa da silinir gider
yalnızca bir ağıt gibi çakılır
ardımca gelenlere gözlerimi yaktığım yer
5
tören adımlarıyla ölmek
ne garip şey anne
kanlı karanlık bir oyunda baş oyuncuyum
bütün gözler üstümde
sürüyor gecenin karnında şafağa bakan oyun
masa üstünde üşüyen bir sigara
yanında küçücük bir cam bardak
içinde rengi bu gecenin
cılız titrek bir kibrit
kağıt kalem
sandalye
geride flu
yağlı
büküm büküm bir ip
ve çingene kuralına uygun
değişmez dekoru mudur
idam mahkumunun
6
kırılacak cammışım gibi davranıyorlar
yüzlerinde zoraki çatılmış bir hüzün
oysa birazdan boynumu kıracaklar
pul pul dökülecek yaz siyasi eylül'ün
ben ölümü asıl az ötede titreyen
çingenenin kara killi ellerinde gördüm
anladım ki küllenen sigaradır
soğuyan bir bardak çaydır benim ömrüm
yani benim güzel annem
alacaşafağında ülkemin
yıldız uçurmak varken
oturup yıldızlar içinde
kendi buruk kanımı içtim

NEVZAT ÇELİK

İYİMSER BİR GÜL


 
 
Uyandım, seni düşündüm
Birdenbire duvar
Birdenbire gece yarısı

Sonra devriye parolası
Ve rüzgar
Ve birdenbire kalp ağrısı...

Uyandım, seni düşündüm
Ey yar
Ey göğsümün sol yarısı!

Su bulanınca
Meydanlarda sesin yırtılınca
Hiç dostun kalmayınca
Sarsılmış bir ömrün
Basamaklarında
Görüşüme gel ne olur
İyimser bir gül olsun
Dudaklarında...

Dert etme, iyiyim ben
Ara sıra mahşer
Ara sıra yaşama hırsı...

Sonra mazgal altı zulası
Ve mektuplar
Ve ara sıra hasret belası...

Dert etme, iyiyim ben
Ey yar
Ey hüznümün tütün sarısı...

Kan bulaşınca
Yangınlarda yüzün harlaşınca
Saçların tutuşunca
Zorlanmış bir hükmün
Tutanaklarından
Görüşüme gel ne olur
İyimser bir gül açsın
Yanaklarımda...

YUSUF HAYALOĞLU

...:::DÖRTLÜKLER:::...


 
 
Dostları özlemle kucaklamayı unutma
Çocuk sevmeyi çiçek koklamayı unutma
En zorlu anındayken bile kavganın
Gökyüzüne bakmayı unutma

                                                 1972

Odan, kitapların duvarda resimler
Bahardır, bir kuş şarkısını söyler
Sanırsın böylece sürüp gidecek bu
Nasıl öyle sandıysa senden öncekiler

                                                1974
Sevdiğim
Sonsuzca yitirdiğim ender çiçek
Geri kalan yılları ömrümün
Seni anımsamama yetmeyecek

                                                 1976
ATAOL BEHRAMOĞLU


23 Aralık 2009 Çarşamba

BEBEKLERİN ULUSU YOK



İlk kez yurdumdan uzakta yaşadım bu duyguyu

Bebeklerin ulusu yok

Başlarını tutuşları aynı... Devamını Gör

Bakarken gözlerinde aynı merak

Ağlarken aynı seslerinin tonu



Bebekler çiçeği insanlığımızın

Güllerin en hası,en goncası

Sarışın bir ışık parçası kimi

Kimi kapkara üzüm tanesi

Babalar,çıkarmayın onları akıldan

Analar,koruyun bebeklerinizi

Susturun,susturun söyletmeyin,

Savaştan,yıkımdan söz ederse biri.



Bırakalım sevdayla büyüsünler

Serpilip gelişsinler fidan gibi

Senin,benim,hiç kimsenin değil

Bütün bir yer yüzünündür onlar

Bütün insanlığın gözbebeği



İlk kez yurdumdan uzakta yaşadım bu duyguyu

Bebeklerin ulusu yok

Bebekler çiçeği insanlığımızın

Ve geleceğimizin biricik umudu.



ATAOL BEHRAMOĞLU

27 Ağustos 2009 Perşembe

Halil İbrahim Sofrası - Barış Manço


İnsanoğlu haddin bilir kem söz söylemez iken

Elalemin namusuna yan gözle bakmaz iken

Bir sofra kurulmuş ki Halil İbrahim adına

Ortada bir tencere boş mu dolu mu bilen yok

Bir sofra kurulmuş ki Halil İbrahim adına

Ortada bir tencere boş mu dolu mu bilen yok


Buyurun dostlar buyurun Halil İbrahim sofrasına



Daha çatal bıçak kaşık icat edilmemişken

İsmail'e inen koç kurban edilmemişken

Bir kavga başlamış ki nasip kısmet uğruna

Kapağı ver kulbu al kurbanı ne hiç soran yok

Bir kavga başlamış ki nasip kısmet uğruna

Kapağı ver kulbu al kurbanı ne hiç soran yok


Buyurun dostlar buyurun Halil İbrahim sofrasına


Yıllardır sürüp giden bir pay alma çabası

Topu topu bir dilim kuru ekmek kavgası

Bazen durur bakarım bu ibret tablosuna

Kimi tatlı peşinde kimininse tuzu yok

Bazen durur bakarım bu ibret tablosuna

Kimi tatlı peşinde kimininse tuzu yok


Buyurun dostlar buyurun Halil İbrahim sofrasına


Ağzı açık gözü toklar buyursunlar baş köşeye

Kula kulluk edenlerse ömür boyu taş döşeye

Nefsine hakim olursan kurulursun tahtına

Çalakaşık saldırırsan ne çıkarsa bahtına

Halat gibi bileğiyle yayla gibi yüreğiyle

Çoluk çocuk geçindirip haram nedir bilmeyenler

Buyurun sizde buyurun

Buyurun dostlar buyurun


Barış der her bir yanın altın gümüş taş olsa

Dalkavuklar etrafında el pençe divan dursa

Sapa kulba kapağa itibar etme dostum

İçi boş tencerenin bu sofrada yeri yok

Sapa kulba kapağa itibar etme dostum

İçi boş tencerenin bu sofrada yeri yok

Para pula ihtişama aldanıp kanma dostum

İçi boş insanların bu dünyada yeri yok

Para pula ihtişama aldanıp kanma dostum

İçi boş insanların bu dünyada yeri yok

Bulutlar Adam Öldürmesin


Analardır adam eden adamı

aydınlıklardır önümüzde gider.

Sizi de bir ana doğurmadı mı?

Analara kıymayın efendiler.


Bulutlar adam öldürmesin.


Koşuyor altı yaşında bir oğlan,

uçurtması geçiyor ağaçlardan,

siz de böyle koşmuştunuz bir zaman.

Çocuklara kıymayın efendiler.


Bulutlar adam öldürmesin.


Gelinler aynada saçını tarar,

aynanın içinde birini arar.

Elbet böyle sizi de aradılar.

Gelinlere kıymayın efendiler.


Bulutlar adam öldürmesin.


İhtiyarlıkta aklına insanın,

tatlı anıları gelmeli yalnız.

Yazıktır, ihtiyarlara kıymayın,

efendiler, siz de ihtiyarsınız.


Bulutlar adam öldürmesin.


Nazım Hikmet

Karıma Mektup



Bir tanem!
Son mektubunda:
-Başım sızlıyor
yüreğim sersem!-
diyorsun.
-Seni asarlarsa
seni kaybedersem,-
diyorsun,
-yaşayamam!-
Yaşarsın, karıcığım,
kara bir duman gibi dağılır hatıram rüzgarda;
yaşarsın, kalbimin kızıl saçlı bacısı,
en fazla bir yol sürer
yirminci asırlılarda
ölüm acısı.
Ölüm
bir ipte sallanan bir ölü.
Bu ölüme bir türlü
razı olmuyor gönlüm.
Fakat
emin ol ki, sevgili,
zavallı bir çingenenin
kıllı, siyah bir örümceğe benzeyen eli
geçirecekse eğer
ipi boğazıma,
mavi gözlerimde korkuyu görmek için
boşuna bakacaklar
Nazım’a!
Ben,
alacakaranlığında son sabahımın
dostlarımı ve seni göreceğim,
ve yalnız
yarı kalmış bir şarkının acısını
toprağa götüreceğim...
Karım benim!
İyi yürekli,
altın renkli,
gözleri baldan tatlı arım benim;
ne diye yazdım sana
istendiğini idamımın,
daha dava ilk adımında
ve bir şalgam gibi koparmıyorlar
kellesini adamın.
Haydi bunlara boş ver.
Bunlar uzak bir ihtimal!
Paran varsa eğer
bana fanila bir don al,
tuttu bacağımın siyatik ağrısı.
Ve unutma ki
daima iyi şeyler düşünmeli
bir mahpusun karısı.



Nazım Hikmet

Hsretinden Prangalar Eskittim


Seni anlatabilmek seni.

İyi çocuklara, kahramanlara.

Seni anlatabilmek seni,

Namussuza, halden bilmeze,

Kahpe yalana.

Ard- arda kaç zemheri,

Kurt uyur, kuş uyur, zindan uyurdu

Dışarda gürül- gürül akan bir dünya...

Bir ben uyumadım,

Kaç leylim bahar,

Hasretinden prangalar eskittim.

Saçlarına kan gülleri takayım,

Bir o yana Bir bu yana...

Seni bağırabilsem seni,

Dipsiz kuyulara.

Akan yıldıza.

Bir kibrit çöpüne varana.

Okyanusun en ıssız dalgasına düşmüş bir kibrit çöpüne.

Yitirmiş tılsımını ilk sevmelerin,

Yitirmiş öpücükleri,

Payı yok, apansız inen akşamdan,

Bir kadeh, bir cigara, dalıp gidene,

Seni anlatabilsem seni...

Yokluğun, Cehennemin öbür adıdır

Üşüyorum, kapama gözlerini...


Ahmed Arif

19 Ağustos 2009 Çarşamba

Bir Veda Havası


Vakit tamam!..

seni terk ediyorum.

Bütün alışkanlıklardan

Ve bütün sıradanlıklardan öteye,

Yorumsuz bir hayatı seçiyorum.

Doymadım inan,

Kanamadım sevgine...

Korkulu geceleri sayar gibi,

Deprem gecesinde bir yıldız,

Birdenbire kayar gibi;

Ellerim kurtulacak ellerinden,

Bir kuru dal, ağacından

Çatırdayıp kopar gibi...

Aşksa, bitti...

Gülse, hiç dermedik.

Bul kendini kuytularda, hadi dal!

Seninle bir bütün olabilirdik...

Hoşça kal gözümün nuru,

Hoşça kal...


Vakit tamam!..

seni terk ediyorum.

Bu, kırık ve incecik

Bir veda havasıdır.

Tutuşan ellerimden

Parmak uçlarına değen sıcaklık,

İncinen bir hayatın yarasıdır...

Kalacak tüm izlerin hayatımda.

Gözümden bir damla yaş,

Sızlayıp resmine aktığında;

Bir yer bulabilsem keşke

Bir yer, seni hatırlatmayan;

Kan tarlası gelincik şafağında...

Ölümse, korktun.

Savaşsa, hep kaçtın...

Vur kendini kuşkularda, hadi al!

Sen bir suydun oysa,

Sen bir ilaçtın...

Hoşça kal canımın içi,

Hoşçakal...
Yusuf Hayaloğlu

Terketmedi Sevdan Beni...


Terketmedi sevdan beni,
Aç kaldım, susuz kaldım,
Hayın, karanlıktı gece,
Can garip, can suskun,
Can paramparça...
Ve ellerim, kelepçede,
Tütünsüz uykusuz kaldım,
Terketmedi sevdan beni...
Ahmed Arif

Akşam Erken İner Mahpushaneye


Akşam erken iner mahpushaneye.

Ejderha olsan kar etmez.

Ne kavgada ustalığın,

Ne de çatal yürek civan oluşun.

Kar etmez, inceden içine dolan,

Alıp götüren hasrete.


Akşam erken iner mahpushaneye.

İner, yedi kol demiri,

Yedi kapıya.

Birden, ağlamaklı olur bahçe.

Karşıda, duvar dibinde,

Üç dal gece sefası,

Üç kök hercai menekşe...

Aynı korkunç sevdadadır

Gökte bulut, dalda kaysı.

Başlar koymağa hapislik.

Karanlık can sıkıntısı...

"Kürdün Gelini"ni söyler maltada biri,

Bense volta'dayım ranza dibinde

Ve hep olmayacak şeyler kurarım,

Gülünç, acemi, çocuksu...

Vurulsam kaybolsam derim,

Çırılçıplak, bir kavgada,

Erkekçe olsun isterim,

Dostluk da, düşmanlık da.


Hiçbiri olmaz halbuki,

Geçer süngüler namluya.

Başlar gece devriyesi jandarmaların...

Hırsla çakarım kibriti,

İlk nefeste yarılanır cigaram,

Bir duman alırım, dolu,

Bir duman, kendimi öldüresiye,

Biliyorum, "sen de mi?" diyeceksin,

Ama akşam erken iniyor mahpushaneye.

Ve dışarda delikanlı bir bahar,

Seviyorum seni,Çıldırasıya...



Ahmed ARİF

11 Temmuz 2009 Cumartesi

Ayrılık Hediyesi

Şimdi saat, sensizliğin ertesi...
Yıldız dolmuş gökyüzü ay-aydın...
Avutulmuş çocuklar çoktan sustu.
Bir ben kaldım tenhasında gecenin,
Avutulmamış bir ben...
Şimdi gözlerime ağlamayı öğrettim
Ki bu yaşlar Utangaç boynunun kolyesi olsun.
Bu da benden sana Ayrılığın hediyesi olsun...

Soytarılık etmeden güldürebilmek seni...
Ekmek çalmadan doyurabilmek...
Ve haksızlık etmeden doğan güneşe
Bütün aydınlıkları içine süzebilmek gibi
Mülteci isteklerim oldu ara-sıra, biliyorsun...
Şimdi iyi niyetlerimi,
Bir-bir yargılayıp asıyorum...
Bu son olsun be... bu son olsun!
Bu da benim sana, Ayrılırken mazeretim olsun!

Şimdi saat yokluğunun belası...
Sensiz gelen sabaha günaydın!
İşi-gücü olanlar çoktan gitti
Bir ben kaldım voltasında sensizliğin
Hiç uyumamış bir ben...

Şimdi dişlerimi sıkıp
Dudaklarıma kanamayı öğrettim
Ki bu kızıl damlalar
Körpe yanağında bir veda busesi olsun.
Bu da benden sana
Heba edilmiş bir aşkın
Son nefesi olsun...

Kafamı duvara vurmadan,
Tanıyabilmek seni...
Beyninin içindekileri anlayabilmek...
Ve yitirmeden, yüzündeki anlık tebessümü,
Bütün saatleri öylece durdurabilmek için,
Çıldırasıya paraladım kendimi...
Lanet olsun!
Artık sigarayı üç pakete çıkardım günde
Olsun be... ne olacaksa olsun!
Bu da benim sana,
Ayrılırken şikayetim olsun!
gözyaşım, utangaç boynunun inciden kolyesi olsun.
her damla, vefasız teninde bir veda busesi olsun.
Isterim, sen de ben gibi yan, ömrüne hep ağla.
hep ağla, bu benden, son dua,
bu benden, ayrılık hediyesi olsun...

Yusuf Hayaloğlu